16 Ocak 2011 Pazar

Karagöz ve Hacivat

KARAGÖZ

Karagöz Türklerin gölge tekniğinden yararlanarak kendi sanat ve estetik anlayışlarına göre geliştirip oynattıkları bir gölge tiyatrosudur.

Gölge oyununun Anadolu’ya gelişiyle ilgili değişik görüşler ileri sürülmektedir.

Karagöz ve Hacivat Birincisi gölge oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin Anadolu’ ya göçleri sırasında beraberlerinde getirmiş oldukları şeklindedir. Bu görüş daha çok araştırmacı Georg, Jacob tarafından savunulmaktadır.

Yine Georce Jacob Türkçe’de bebek anlamına gelen ve bugün Anadolu’da yaşayan korçok, kudurcuk, kurçak, kavur, konçak, kabarcuk, kavurcuk, gogurcuk sözleriyle anılan ve kukla oyunu olarak bilinen ve aynı zamanda Orta Asya’da Çadır Hayal ve Kolkorçak olarak oynatılan kuklalarla gölge oyunu arasında bağ kurmuştur. Özellikle çadır hayali gölge oyunu olarak değerlendirerek Türklerin Orta Asya’da gölge oyunu oynattıklarını, göçlerle de Anadolu’ya getirdiklerini ifade etmiştir. Bu görüşe bazı araştırmacılarda katılmıştır. Oysa Çadır hayal ipli kukla, kol korçak el kuklasıdır. Bu oyunlar arasındaki benzerlik her iki gösterinin de bir perde arakasında ve gece gösterilmiş olmasıdır.

Kukla ile gölge oyunu konusundaki araştırmalarda ikisinin birbirine karıştırılmasının ve yanlış yorumlanmasının nedenlerinden biri “hayal” sözcüğünün hem kukla için hem de gölge oyunu için kullanılmasıdır. XVI. y.y. gölge oyununu kukladan ayırmak için gölge oyununa hayal-i zıl veya zıll-ı hayal adı verilmiştir.

İkinci görüş gölge oyununun Mısırdan geldiği şeklindedir. Bu görüşe göre 1517 yılında Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim bir gölge oyunu sanatçısının Memluk Sultanı Tumanbay’ın asılışını canlandırdığı gölge oyununu izlemiş, bu sanatçıları İstanbul’a getirmiştir. Türkler de bu sanatçılardan gölge oyununu öğrenmişlerdir.

Üçüncü görüş ise Karagöz’ün Türkiye’ye geliş tarihi ile, çingenelerin geliş tarihlerinin çakışması, Karagöz’de rastlanan bazı çingene özellikleri nedeniyle gölge oyununu Cava ve Hindistan’dan Türkiye’ye çingene oynatıcıları eliyle getirilmiş olduğudur.

Bir diğer görüşte gölge oyununun Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz’den getirilmiş olabileceğidir.

XVI. yüzyılda Hayal-i Zıl veya Zıll-i Hayal olarak anılan gölge oyunu XVII. yüzyılda kesin biçimini almış ve Karagöz olarak anılmaya başlanmıştır. Karagöz adı verilmesi de büyük bir ihtimalle Karagöz’ün göz rengi, kalın kaşlarından olabileceği gibi olayları detayıyla düşünmeden, başına gelecekleri hesap etmeden davranmasından kaynaklanabilir.

Karagöz’ü yaratan kişi olarak Şeyh Küşteri anılmaktadır. Karagözcülerde Şeyh küşteri’yi Pirleri olarak görmekte, Karagöz Perdesine Küşteri Meydanı adını vermektedirler. Perde gazellerinin hemen hepsinde Şeyh küşteri’nin adı geçmektedir.

“Hazret-i Sultan-i Orhan rahmetullah’tan beri

Yadigar-ı Şeyh Kuşteri becadır perdemiz”

Karagöz oyunu özel yerlerde ve kahvelerde ve bahçelerde oynatılıyor. İstanbul’a gelen yabancı görevlilerin ve seyyahların anılarında İstanbul’da yapılan Karagöz gösterilerinden söz edilmektedir. Ayrıca bu kaynaklarda Karagöz oyunlarının nerelerde ve kimlerle oynatıldığı, nasıl oynatıldığı, izleyicilerin Karagöz oyunlarına ilgileri konularında bilgiler verilmektedir.

Geçmişte Karagöz Karagöz ve Hacivat’ın yaşamış gerçek kişiler olduğuna dair ortaya atılan değişik görüşler ve hikayeler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz.

Birincisi Sultan Orhan’ın Ulu Camiyi yaptırırken Karagöz’ün demirci Hacivat’ın duvar ustası olduğu, sık sık bir araya gelip yaptıkları esprilerle işçileri eğlendirdikleri, güldürdükleri, bu durumdan dolayı cami inşaatının geciktiği, Sultan Orhan’ın durumu öğrenince inşaatın ilerlemesine engel olan Karagöz ve Hacivatı’ı astırdığı, sonradan pişmanlık duyduğu, Şeyh Kuşteri adlı birisinin Sultan’ın üzüntüsünü gidermek için bu iki kişinin sülüetlerini perdede yansıtarak oynattığı şeklindedir.

İkinci hikayeyi de Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde buluyoruz. Evliya Çelebi’ye göre Hacivat Efelioğlu Hacı Eyvad adıyla anılan, Selçuklular döneminde Mekke’den Bursa’ya gidip gelen Yorkça Halil tanınmış daha sonra eşkiyalar tarafından öldürülmüş birisidir. Karagöz’ün ise şimdiki Kırıkkaleli iline yakın Kırk kiliseden olduğu Bizans tekfurunun habercisi olduğu Hacivat’la karşılaştıklarında şaklar yaptıkları şeklindedir.

XVII. Yüzyılda kesin biçimini alan Karagöz daha sonraki yüzyıllarda büyük bir gelişme göstermiş ve Türklerin en sevilen, tutulan gösterisi olmuştur. Çeşitli nedenlerle yapılan şenliklerde kukla, hokkabazlık, değişik dans gösterilerinin yanısıra Karagöz gösteride yapılmaya başlanmıştır. Özellikle şehzadelerin ve zenginlerin çocuklarının sünnet düğünlerinde bu tür gösterilerin geniş yer tuttuğu yabancı seyyahlar tarafından da anlatıldığı gibi surnamelerde de anlatılmaktadır.

Geçmişte Karagöz Karagöz sanatçılarının gösterilerinde dönemin siyasi olaylarını, yolsuzlukları, devlet işlerindeki aksamaları perdeye getirerek işledikleri ve eserlerinde anlatılmaktadır. Bu eleştirilerde isim verilmeden olay genel hatlarıyla anlatıldığı gibi bazen isimler verilerekte yapılmıştır. Yapılan kötü işler ve bunları yapanlar eleştirdiği gibi iyi işler ve kişiler perde de takdir edilmiştir.

Karagöz gösterileri toplumun her kesiminde takdir toplamış beğeniyle izlenmiştir. Bazı din adamlarının islam dinine aykırı olduğu için yasaklanması, perde gerisinde kendisinin oynatılmadığı, tasvirlerinin gölgesinin oynatılmasının da islam dinine aykırı olmadığı için oynatılmasında sakınca olmadığı din adamlarının fetvalarıyla edilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı, idarede aksamaların artığı dönem olan gerileme döneminde Karagöz sanatçılarının yöneticilerle ilgili eleştirilmesi artması yöneticileri rahatsız etmeye başlamıştır. Bunun üzerine Abdulaziz tarafından Karagöz oyunlarında siyasal taşlamalara yasak getirilerek sansür uygulanmaya başlanmıştır. Hem siyasal yasaklamalar hem de Batı tiyatrosunun 19. yüzyılda Türkiye ye girmesi Karagöz gösterilerine ilginin azalması beraberinde getirmiştir.

19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başı Osmanlı İmparatorluğu için savaşlarla geçen bir dönem olmuştur. Bu dönemde diğer sanatçılar gibi Karagöz sanatçıları da gösteri yapma olanağı bulamamıştır. Sanatçıların çoğu sanatı bırakmıştır. 1932 yılında Halk Evlerinin açılmasıyla Karagöz sanatçıları sanatlarını daha iyi yürütme olanağını bulmuşlardır. Bu dönemde bazı araştırmacı ve bilim adamları Karagöz’ün günün koşullarına göre yenileştirilmesi konularında düşünceler ortaya atmışlardır.

Geçmişte Karagöz 1952 yılında Halk Evlerinin kapatılmasıyla Karagöz sanatçıları tekrar sıkıntılı bir döneme girmişler 1970’lerden sonra Kültür Bakanlığı’nın konuya sahip çıkmasıyla yeniden bir canlanma başlamıştır.

Türk Gölge Oyunu Karagöz özellikle Metin And’ın yaptığı araştırmalarla ve yayınlarla Türkiye içinde ve Türkiye dışında tanıtılmıştır. Kültür Bakanlığı ve UNIMA Türkiye Milli Merkezinin ortaklaşa yaptıkları çalışmalar bu tanıtımı daha ileri boyutlara ulaştırılmıştır.

Karagöz; Türkler tarafından sevilen ve izlenen bir sanat olduğu gibi Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan diğer milliyetler tarafından da sevilerek ve beğenilerek izlenmiştir. Türk sanatçıların yanısıra İstanbul’da yaşayan diğer milliyetlerden de Karagöz sanatçıları yetişmiş bu sanatçılar sayesinde Karagöz o dönemde Osmanlı İmparotorluğu içerisinde bulunan Yunanistan, Romanya, Tunus, Cezayir, Makedonya’yada yayılmıştır.

Karagöz sanatçıları Gölge oyununun Türkiye’ye gelmesinden itibaren usta-çırak eğitimi ile yetişmişlerdir. Bir Karagöz ustasının yanında çalışmaya başlayan ve çırak adı verilen kişi sanatı bütün inceliklerini öğrendikten sonra ustaların huzurunda sınav olur ve Peştamal kuşanarak usta ünvânını alır.

Karagöz sanatçısı çok yönlü bir sanatçıdır. Perdesini kendisi kurar, ışığını kendisi kurar ve ayarlar, tasvirleri çoğu kez kendi yapar, oyun müziklerini icat eder, seslendirmeleri yapar, tasvirleri hareket ettirir. İyi bir sanatçı perdede birkaç tasviri birden hareket ettirir, oyundaki bütün tiplerin ses taklitlerini yapar. Ne kadar çok ses taklidi yaparsa o kadar başarılı sayılır.

Karagöz oyunu Kari Kadim adı verilen perdede oynatılırken günümüzde bir çerçeveye gerili patiska arkasına konulan ışık kaynağı önünde oynatılıyor. Beyaz perdeye “ayna” adı verilir. Perde önceleri 2x2.5 m. İken sonraları 110x80 m ebadında yapılmaya başlandı. Perde çerçevesi kalın siyah bezlerle örtülüdür. İç tarafta perdenin alt çizgisine paralel kurulmuş tahtadan bir raf vardır ki buna “peş tahtası” adı verilir. Oyunun teknik araç ve gereçleri; zil, tef, kamış düdük (nareke) perdeyi aydınlatacak kandil veya ampüldür. Bunlar peş tahtasının üzerinde bulunur. Ayrıca birden fazla tasviri tutmaya yarayan (Y) harfi biçimindeki çatal çubuklar da buraya konulur. Görüntülere “tasvir” adı verilir.

Karagöz oyunu şu bölümlerden oluşur.

I. Giriş (Öndeyiş-Mukkaddime-Prolog)


Nareke’nin (Kamıştan yapılmış düdük) çalınması ile “göstermelik” denilen tasvirin (ev, bitki vs.) perdeden yavaş yavaş yukarı çekilip, Hacivat’ın semai okuyarak gelip Karagöz’ü perdeye davet ettiği ve Karagöz’ün perdeye geldiği Hacivat’la tartıştığı bölümdür.

II. Muhavere (Söyleşi-Diyalog)

Karagöz ile Hacivat’ın birbirlerine bilmece sordukları ve bir olayın ya da bir rüyanın gerçek bir olay gibi anlatıldığı bölümdür.

III. Oyun (Fasıl)

Muhaverenin bitişinden sonra esas oyun başlar. Asıl konunun işlendiği bölümdür. Konunun akışına göre uygun şekilde tipler gelerek oyunu oluşturur ve sonuca vardırırlar.

IV. Bitiş (Final-Epilog)

Bu bölüm çok kısadır. Konu bitince Hacivat Karagöz’e “ Yıktın perdeyi eyledin viran/ Varayım sahibine haber vereyim heman” diyerek oyunun bittiğini haber verir. Görüntüler perdeden çekilir. Oyun sonunda çengi gelir müzik eşliğinde oynar.

Karagöz oyunundaki kişiler Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yaşayan bütün kesimleri temsil edecek şekilde düşünülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yaşayan değişik milletlerden temsilciler (Arap, Acem, Arnavut, Rum, Yahudi vb.) Anadolu’lu tipler (Efe, Karadenizli, Kastamonulu, Kayserili, Kürt) okumuş ve görgülü tipler, kadınlar, çocuklar sakatlar, kabadayılar, uyuşturucu kullananlar Karagöz oyunu içerisinde yerlerini almışlardır. Bu kişiler temsil ettikleri grubun en önemli özellikleri ve davranış biçimleriyle ifade edilmiştir. Karakter özelliklerinden çok tip özellikleri ön plana çıkartılmıştır. Bu nedenle Karagöz oyunundaki kişileri perdeye çıkarken çalınan ezgiden söylenen türküden, yaptıkları danstan, okudukları şiirden tanıyabiliriz. Bunlar genellikle o kişinin geldiği yörenin müzik ve danslarıdır. Karadenizli gelirken kemençe çalınır, Karadeniz yöresi türkü söylenir, horon oynanır. Kayserili kaşık oyunu oynayarak veya türkü söyleyerek, Arap yalelli söyleyerek perdeye gelir.

Karagöz oyunundaki başlıca tipler ve özellikleri;

Karagöz Karakterleri Çelebi Karagöz oyunu komedi olduğu için oyundaki kişilerde tip özelliğini taşımaktadırlar. Oyunlarda sosyal ve ekonomik yönden farklı toplumsal kesimlerden gelen, birbirlerinden çok farklı davranışlarda bulunan tiplere yer verilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yaşayan değişik milliyetlerden temsilciler (Arap, Acem, Arnavut, Rum, Yahudi vb.), Anadolulu tipler (Efe, Karadenizli, Kastamonulu, Kayserili, Kürt), okumuş ve görgülü tipler, kadınlar, çocuklar sakatlar, kabadayılar, uyuşturucu kullananlar Karagöz oyunu içerisinde yerlerini almışlardır. Bu kişiler temsil ettikleri grubun en tipik özellikleri ve davranış biçimleriyle ifade edilmişlerdir. Karakter özelliklerinden çok tip özellikleri ön plana çıkartılmıştır. Bu nedenle Karagöz oyunundaki kişileri kolayca tanıyabiliriz. Kişileri tanıtıcı işaretler arasında her kişiye özgü, müzik ve danslar vardır. Kişilerin; perdeye çıkarken çalınan ezgiden, söylenen türküden, yaptıkları danstan, okudukları şiirden kim olduklarını bilebiliriz. Bunlar genellikle o kişinin geldiği yörenin müzik ve danslarıdır. Karadenizli gelirken kemençe çalınır, Karadeniz yöresi türküsü söylenir, horon oynanır. Kayserili kaşık oyunu oynayarak veya türkü söyleyerek, Arap yalelli söyleyerek perdeye gelir. Şimdi Karagöz oyunundaki tipleri özellikleriyle tanıyalım.

Karagöz: Karagöz’ün yuvarlak bir yüzü, büyük siyah gözleri vardır. Başı tamamen çıplak olup, “ışkırlak” adı verilen şapka giymektedir. Karagöz; okumamış,işsiz,olduğu gibi görünen, tepkilerini çabuk açığa vuran, özü sözü bir olan halk adamıdır.

Hacivat: Yukarıya doğru kıvrık sakalıyla, kurnaz görünüşüyle, her hareketi önceden hesaplanmış bir tiptir. Okumuş, her konuda az da olsa bilgi sahibi olan, herkesin huyuna suyuna göre konuşan, içten pazarlıklı bir tiptir.

Çelebi: Kibar aile çocuğudur. İstanbul ağzı ile konuşur. Babadan kalma mirasla geçimini sağlar. İyi giyinmesini, güzel konuşmasını, şiir okumasını sever.

Tiryaki: Uyuşturucu düşkünlüğü vardır. Bu nedenle sık sık uyuklar. Tütün, nargile, kahve, gibi keyif verici şeylere düşkündür, belli bir uğraşı yoktur, boş gezer.

Karagöz Karakterleri Beberuhi: “Altı kulaç” yada “pisbop” olarakta anılır, çabuk çabuk konuşur, işi gürültüye, bağırtıya, yaygaraya getirip ağlar, yılışık ve suludur,

Kayserili: Adı Mayısoğlu’dur, çoğu kez kolunda yumurta sepeti bulunur, pastırmacı yada bakkaldır, Kayserili şivesiyle konuşur.

Karagöz Karakterleri Kastamonulu: İri yapılıdır, adı “Himmet Dayı” veya “Himmet Ağa”dır. Kastamonu şivesiyle konuşur, dili ve tavırları kabadır. Çoğu zaman elinde baltası vardır, odun kırar.

Karadenizli - Laz: Elinde kemençesi olur. Çabuk çabuk ve çok konuşur. Çabuk öfkelenip çabuk yatışır. Hareketlidir. Karşısındakine konuşma fırsatı vermez.

Kürt: İşi çoğu kez hamallık yada bekçiliktir. .Bozuk Türkçe’yle konuşur.

Acem: İran’dan yada Azerbaycan’dan gelir, varlıklıdır. Eğlenceyi sever, kendini eğlendirenlere bol para verir. Genellikle halı tüccarı, tefeci yada antikacıdır.

Arap: “Ak Arap” veya “Kara Arap” olarak iki türlüdür. Kına, kahve, fıstık satıcılığı veya devecilik yapar, halayık veya uşak olur.

Karagöz Karakterleri Arnavut: Cahildir ama ataktır, kabadayılık taslar fakat sıkıya gelince kaçar. Bahçıvanlık, ciğercilik, koruculuk, bozacılık, celepçilik yapar. Çabuk sinirlenir bu yüzden de sık sık tabancasına davranır.

Rumelili (Muhacir): Uğraşı pehlivanlık ve arabacılıktır. Pehlivanlığıyla övünür ama yenilince mızıkçılık eder. Adı çoğu kez “Hüsmen Ağa”dır. Trakya şivesiyle konuşur.

Yahudi: İnatçı ve pazarlıkçıdır. Eskicilik, sarraflık, tefecilik yapar. Korkaktır, yaygaracıdır, çok konuşur.

Karagöz Karakterleri Frenk - Rum: Çoğu kez doktor, meyhaneci, terzi yada tacirdir. Konuşmasına Rumca sözler katar.

Ermeni: Müzik şiir gibi güzel sanatlardan hoşlanır, kuyumculuk veya lağımcılık yapar.

Tuzsuz: Adı Tuzsuz Deli Bekir’dir. Kabadayı dır, her an herkesle dövüşmeye hazırdır. En büyük özelliği kaba kuvvettir, sürekli gözdağı verir.

Zenneler: Karagöz oyunlarında zenneler oyunun konusuna göre değişirler. Cazular oyununda cazu ve kızı olarak, Salıncakçı da sallanmak isteyen kadınlar olarak, Karagöz’ün Bekçiliğinde erkeklerle gönül eğlendiren kadınlar olarak, Ferhat ile Şirin oyununda Şirin ve annesi olarak görünürler. Genelde az konuşurlar. Bazen de Karagöz’ün Karısı gibi perdede görünmezler, sesleri duyulur.

Çengi: Karagöz oyunun sonunda çıkıp oynar. Adı genellikle “çengi kız” veya “Afet”tir.

Karagöz Oyununun özellikleri

Karagöz oyunu bir komedidir. Olaylar komik ögelerle işlenir. Komik ögeler davranışlarla, konuşmalarla ve ters anlamalarla verilir. Sözlü şakalar, komik gevezelikler, anlamsız diyaloglar, geleneksel dilin diğer bozuk ifadeleri, şive taklitleri ters anlamalar dille verilen komik öğelerdir.

Karagöz oyunları genellikle güldürüyü ön planda tutar. Bu güldürü söz ve hareketlerle sağlanır. Söz güldürülerinde ters anlamalar, kinayeler, (her kelimenin hem gerçek hem mecaz anlamını bir arada kullanarak yapılan söz sanatı) kelime oyunları, çene yarıştırmalar kullanılır.

Karagöz oyun metinlerinin esnek ve doğmaca bir yapısı vardır. Bu yapı oyunun ana kalıpları bozulmadan sanatçıdan sanatçıya, oyundan oyuna değişir. Ana kalıplar oyunun bölümleri, bu bölümlerdeki akış ve perdeye temel tiplerin çıkartılmasıdır. Örneğin bir Cazular oyunu ana kalıbının dışında, her sanatçıya hatta aynı sanatçının değişik ortamlardaki oynatışına göre değişir.

Karagöz oyunları konularını halk masallarından (Ferha ile Şirin, Leyla ile Mecnun) tarihi gerçeklerden (Kanlı Nigar, Hamam), günlük yaşamdan (Salıncak, Kağıthane Sefası vb.) almıştır.

Karagöz oyunlarında folklor ürünlerinden alabildiğine yararlanıldığını görürüz. Bir Karagöz oyununda, halk müziği-yöre müzikleri, halk edebiyatı, (Aşık edebiyatı, divan şiiri, mani, fıkra, masal, hikaye, atasözü, deyimler) ve halk oyunları geniş yer alır.

Başlıca Karagöz oyunlarını şöyle sıralayabiliriz; Abdal Bekçi, Ağalık, Aşçılık, Bahçe, Balıkçılar, Büyük Evlenme, Cazular, Çeşme, Eczehane, Ferhat İle Şirin, Hamam, Hekimlik, Kanlı Kavak, Kanlı Nigar, Kayık, Leyla İle Mecnun, Mal Çıkarma, Mandıra, Ödüllü, Salıncak, Sünnet, Şairlik (Aşıklık), Tahir İle Zühre, Ters Evlenme, Tımarhane, Yalova Safası, Yazıcı.

TÜRK KUKLA TİYATROSU

Türk gölge tiyatrosu Karagöz Türkiye ile özdeşleşerek bütün dünyada tanınırken kökeni daha eskilere uzanan Türk kuklası daha az tanınmaktadır. Nedeni ise Karagöz konusunda araştırma yapan araştırmacıların Orta Asya`da oynatılan kukla oyunlarıyla ilgili kaynakları gölge oyunu ile ilgili sanmalarıdır. Eski metinlerde korkolçak, kavurcak, kaburcuk, kağurcak, kaurcak, kıvırcık, kavur, kurçak, lubet, piyade çadırı, hayal, çadır hayal, çadır cemal gibi adlarla anılması bazı araştırmacıları yanıltmış ve kuklanın Karagöz oyanlarıyla karıştırılmasına yol açmıştır.

Ortaasya`da var olan kuklanın göçlerle birlikte Anadolu`ya getirildiği büyük bir ihtimaldir. Bu görüşün dışında kuklanın İran`dan Anadolu`ya geçtiği, çingeneler tarafından Hindistan`dan, Yahudiler eliyle İspanya ve Portekiz`den getirilmiş olabileceği şeklinde söylentiler de bulunmaktadır.

Kökeni eski olmasına karşın kukla kelimesi Anadolu’da 16.y.y. sonlarında, 17.y.y. başlarında kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlı imparatorluğu döneminde yapılan kutlama ve şenliklerde kukla gösterilerinin düzenlendiği çeşitli kaynaklar tarafından doğrulanmaktadır Bu şenliklerde değişik kukla gösterileri yapılırdı. En çok bilinen kukla gösterileri; araba kuklası, dev kuklalar, iskemle kuklası ve el kuklasıdır.

Araba kuklası, bir arabanın içine yerleştirilen kuklaların arabanın tekerlekleri dönmeye başlayınca hareket etmesi yöntemiyle oynatılan kuklalardı.

İskemle Kuklası sokak göstericileri tarafından oynatılırdı. Birden dörde kadar müzik kutusu figürlerinin göğüslerinden yatay olarak ipler geçirilir, bir iskemle veya standa dik olarak dayandırılır, oynatıcı ipi çektiği zaman kuklalar müzikle birlikte hareket ederler.

Dev kuklalar isimlerinden de anlaşıldığı gibi çok büyük kuklalardır. İçlerinde gizlenen bir adam tarafından hareket ettirilirler. Kasnaklar üst üste konarak üzerine etek giydirilerek yapılır.

El Kuklası; Başları ve kolları kağıt hamuru veya tahtadan, gövdeleri bezden yapılan ve ele takılarak oynatılan kuklalardır.

İpli Kukla; 19.y.y. da İstanbul’a gösteriler yapmak üzere gelen İngiliz kuklacı Thomas Holden tarafından Türkiye`ye getirildiği söylense de Qrtaasya`da Çadır Hayal adıyla ipli kukla oynatıldığı, ve Türkler tarafından eskiden beri oynatıldığı bilinmektedir. Bu türde kuklanın baş, sırt, ellen ve ayaklarına ipler bağlanır, iplerin diğer uçları bir çubuğa bağlanır, kuklacı ipleri çekerek kuklaları hareket ettirir.

Osmanlı İmparatorluğunun siyasi ve ekonomik yapısının bozulduğu 19.yüzyılda Kukla ve Karagöz gösterileri de azalmaya başlamıştır. Bunun iki önemli nedeni vardır. Birincisi ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle yönetimin bu sanatlara getirdiği yasaklar, ikincisi de Avrupa tiyatrosunun gelmesi ve yeni olan bu gösteri sanatına insanların daha çok ilgi göstermeye başlamalarıdır. 19.y.y.sonları ve 20.yüzyılın başlarındaki savaş ve kargaşa ortamı kukla ve gölge oyununun sahnelenmesi ortamını iyiden yok etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Atatürk`ün kültürel yönden de çağdaş bir ülke yaratma hedefı ve bu hedefe varmak için eski kültürel değerlerin bilinmesi ve geliştirilmesi düşüncesi kukla ve gölge oyunlarının özellikle halkevleri açıldıktan sonra yeniden gündeme gelmesini sağlamıştır. Halkevlerinin sağladığı olanaklarla kukla ve gölge oyunu sanatçıları gösterilerini rahatlıkla yapmışlardır. Halkevlerinin kapatılmasından sonra yine sıkıntılı dönem başlamış, sanatçılar sanatlarını icra edecek ortamı bulamamışlardır. 1970`li yıllardan sonra Kültür Bakanlığı`nın konuya sahip çıkması bu sanatların yeniden gündeme gelmesini sağlamıştır.

Bu gün ülkemizde sadece el kuklası ve ipli kukla oynatılmaktadır. Her iki türde de klasik ibiş kukla oynatılmaktadır. Bir konakta uşak olarak çalışan İbiş’in bey ve konakta yaşayan beyin oğlu, hizmetçi kadın, aşçı, bahçıvan gibi kişilerle olan ilişkileri komik öğelerle anlatılır. İbiş; Karagöz oyunundaki Karagöz, Ortaoyunundaki Pişekar gibi cahil, konuşmaları ters anlayan, verilen işi doğru dürüst beceremeyen, kavgacı, sakar ve şamatacı bir tiptir. Bey ise Karagözdeki Hacivat, Ortaoyunundaki Kavuklu gibi bilgili, okumuş, mevki sahibi, düzenin adamı olan bir tiptir. Kukla oyunları daha çok güncel konuları, özellikle de bir konakta yaşanan olayları ele alarak ülkenin genel durumunu işler. İpli kukla müzik eşliğinde kuklaların sözsüz oynatılması yöntemiyle de varyete kukla adı altında oynatılmaktadır.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

yyyyyyyyyyyyyyoooooooooooorrrrrrrrrrruuuuuuuuuuuuuuuuummmmmmmmmmmmmmmm ate bakam

Adsız dedi ki...

benim adım huysus virjin diğer yorumu atan kişi laaa

VarkiVar dedi ki...

buyur kardeşş. :)

Yorum Gönder